Rakı bu topraklardaki kimliğini beş yüz yılı aşkın bir zaman diliminde bulmuş bir içki. Kadim tarihi boyunca yazılı olmayan kurallarla geleneksellik kazanmış. Adabı buradan geliyor ancak bunu adab yerine rakı kültürü kavramıyla karşılamayı tercih ediyorum. Zira adab diye bize aktarılmaya çalışılan, bir yasaklar listesinden pek öteye geçmiyor.
Grand Korçi
Adab ya da adap, Arapça adb kökünden geliyor. “Terbiye, güzel ahlak” anlamına gelen edebin çoğul şekli. Kubbealtı Lugatı iki başlık başlık açmış açıklamak için:
1) Davranışlarda ve karşılıklı ilişkilerde alışılmış usûllere, ahlâk ve terbiye kurallarına göre uyulması gereken esaslar, âdet, yol yordam, yol erkân, yol sıra.
2) Töreler, gelenek ve görenekler, yerleşmiş usuller.
Tanımlarda, “güzel ahlak ve terbiye’’ gibi kavramlara yapılan vurgu öne çıksa da, “adet, yol, yordam, yerleşmiş usuller” gibi daha dünyevi tınılara da sahip. Görgü ve nezaket kurallarına uymayı “medeniyet” dairesinde değerlendiren “adabı muaşeret” terimiyle birlikte de kullanılıyor.
Dini vecibelerden, eğitime kadar pek çok alanda özgün bir adaptan bahsedilebilir. Diplomasi gibi bazı alanlarda bu adap meselesi yazılı bir kurallar manzumesi şeklinde düzenlenmiş durumda. Adabı, töreyi, gelenek ve görenekleri imlediği durumlar, en azından birkaç kuşağın kültürel kodlarına tekabül ediyor. Düğün törenleri, bayramlar gibi toplumun genelini ilgilendiren konuların adabı, kadim bir geçmişte demleniş.
Ahlak ve terbiye kurallarına uygun bir toplum ve birey yaratma arzusu dinlerin ve ideolojilerin vazgeçilmezlerinden. Gelenek, görenek, din, usul, erkan diyerek bireyi tahakküm altına alma, “vasatı” koruma, sistemin sürekliliğini sağlamanın bir garantisi haline dönüştürülmeye çalışılır çoğunlukla. Bireyin yaşantısının sınırlarını belirleyen adabın bu bağlamda sihirli bir gücü var. Vasat dışına çıkmanın ayıplanmakla, dışlanmakla eş anlamlı olduğu bir yapıda herkes kendi otosansür mekanizmasını geliştirmek durumunda kalır. Kapalı ve küçük toplumlardan, devlet yapılanmasına kadar da bu formül çalışır. Adaba aykırı davranışlarda bulunan “edepsizler” için hayat giderek zorlaşır ve aforoz edilmeyle sonuçlanabilir. Oysa o edepsizliklerden sanat, isyan, bazen de sağaltıcı bir toplum çıkma olasılığı var. Bu olasılıktan korkanlar “muhafazakar” başlığı altında toplanıp, “eskiden böyle miydi mirim, şimdi her şey çok bozuldu” güfteli halk türküsünü tuttururlar her daim.
Hal böyle olunca, adap başına ya da sonuna geldiği kelimenin sınırlarını belirliyor. Davranış dizgelerine yönelik, “Büyüklerin yanında bacak üstüne bacak atılmaz, babanın yanında sigara içilmez, akşam yatarken tırnak kesilmez, öğretmene karşı gelinmez, yaşlılara hürmet edilir, sofrada ıslık çalınmaz’’ gibi talimatnamelerle karşımıza çıkıyor. Bu yasak ya da önermelere dair “neden?” sorusunun yarattığı rahatsızlık ritüellerle kapatılmaya çalışılır. Dolayısıyla sembollere ve bu sembollere kutsiyet atfedilmesine ihtiyaç vardır her daim. “Neden bacak üstüne bacak atılmaz?’’ sorusuna verilebilecek “saygıdan dolayı’’ yanıtı bacak kısmını açıklamaktan uzaktır. Böyle olunca da adaba uyan edep sahiplerinin sadece göstergelerle ilişkilenmesi yeterli kabul edilir. İşler adabına uygun şekilde yürür belki ama kültür birikir mi orası şüpheli. Sevgiyi temel alan, her bireyin sorgulama ve ifade etme hakkının olduğu bir ailede yetişen bir çocuk, büyüklerinin yanında bacak üstüne bacak atmış olsa da saygısını ifade etmenin bin türlü farklı yolunu bulacaktır. İçinde yetiştiği kültürel ortam kuluçka işlevini yerine getirmiştir. Sembollerden ziyade değerlerin önde olduğu kültür kavramıyla adap arasında, ince gibi gözükebilecek ancak oldukça kalın olabilen bir çizgi var bencileyin. Bu çizgi aşıldığında adap baskılayıcı ve gelişmeleri tıkayan bir işlev görebiliyor. Ayrıntılara yönelik boşlukları doldururken geneldeki boşluğu dolduramıyor sanki.
Yeme içme alanının da yazılı ve sözlü adabı var elbet. Buradaki adap sofra ritüellerinden, yemek ve içkinin eşlikçilerini belirlemeye uzanan bir geniş bir yelpazeye sahip. Hele rakıyla ilgili olanları kimi zaman sıkıyönetim komutanlığı bildirisi gibi yasaklarla dolu.
Rakı adabı başlıklı yazılar, iletiler internette devamlı paylaşılıyor, mutlaka rastlamışsınızdır. Bu yazılarda “masanın en büyüğü kaldırmadan kadeh kaldırılmaz, masanın en genci sakilik yapar, masada bir kereden fazla kadeh tokuşturulmaz, rakının yanında şalgam içilmez, kadehte ruj izi olmaz, kazak pantolonun içine sokulmaz, çıplak/yarı çıplak durulmaz, ‘şiir konuşulur, şiir okunmaz’, masada ağlanmaz, rakı yalnız içilmez, içerken serçe parmak havaya kaldırılmaz, kerahet vaktinden önce içilmez, masadan izinsiz tuvalete dahil kalkılmaz, hiçbir durumda ve fikirde ısrar edilmez, çiftler el ele tutuşmaz, oynaşmaz, Rakıyı içmek için, ‘ağır adam’ olmak, masada konuşma adabını bilmek gerekir, kadınlar şuh kahkahalarla gülmez’’ türü pek çok talimatname mevcut.
Bu metinlerde rakının gastronomik özelliklerine ilişkin eşleştirme ve önerilerden ziyade çilingire yönelik “yapılamazlar” ağırlıkta. Rakı bu topraklardaki kimliğini beş yüz yılı aşkın bir zaman diliminde bulmuş bir içki. Kadim tarihi boyunca yazılı olmayan kurallarla geleneksellik kazanmış. Adabı buradan geliyor ancak bunu adap yerine rakı kültürü kavramıyla karşılamayı tercih ediyorum. Zira adap diye bize aktarılmaya çalışılan, yukarıdaki gibi bir yasaklar listesinden pek öteye geçmiyor. Yeme içme kültürü otantik bir unsur(du), toplumdan topluma değişiklik gösterir(di). Rakı örneğindeki gibi çilingir sofrasıyla sınırlandırılamaz. Müziği, edebiyatı, mekânsal tasarımı, kadehinden, servis tabağına kadar obje tasarımı, yanında ve ardından yenilip içilecekleriyle bu topraklardaki nevi şahsına münhasır bir birikime denk düşer. Bu deneyim yaşantıyla kazanılmış ve zaman içinde değişikliklere uğramıştır. Bundan sonra da uğrayacaktır kuşkusuz. Bu değişimin olumlu bir yöne evrilebilmesi için, sembollerin kutsallaştırılması yerine kavramların içinin doldurulması gerekiyor.
Tam burada TDK sözlüğüne bağlanalım özellikle; “Kültür (İsim): Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.” Rakı geleneğimizde vardı, yoktu tartışmasına girmeden devam edelim.
Rakı kültürünün çilingirle ve yemekle ilgili olan kısımları sayfalarca uzanan bir listeye tekabül etmez aslında. Rakı, kendi gastronomisini yaratmış bir içkidir ve ağırlıklı mezeyle tüketilmesi teveccüh görmüştür. İsteyen yanında kebap, balık, pizza da yer elbet. Pek çok içki türü gibi yeterince soğuk içilmelidir. Rakı masayı yatay keser dolaysıyla çilingirlerin eşit, hakkaniyetli yapısının bozulmamasına dikkat etmek önemlidir. Rakı başka dünyalara, başka hayatlara esnek bakmayı sağlar, onun için ehlikeyfin din, dil, ırk, cinsiyet ve yönelim ayrımının olmaması gerekir zira çilingirde herkes eşit herkes farklıdır. Rakı yavaşlık ister, bu çağda yavaşlık da irade ister, özen ister. Rakı işte bu iradeyi kuvvetlendirirken nefsi köreltir. Rindlik makamının kapısını şarapla birlikte bekler. Hal böyleyken masaya, mekana, garsona, mezeye saygı ister, bu saygıyı göstermeyeni kabul etmez. Bu kültürün yaşatıldığı bir vasatta rakı erbaplığı kendiliğinden gelişir, talimatnameyle olmaz o işler, doğal seçilimi rakı yapar.
Rakı adabıyla ilgili ille de de birkaç kelam edilecekse aşağıdaki gibi talimatname olsun isterim:
- Rakının üzerindeki aşırı vergi yükü kabul edilemez. Ehlikeyif vatandaşını düşünmeyen devlet, devlet olamaz.
- Aşırı vergi sadece vatandaşın sorunu değildir. Taşın altına elini sokup devlet-i âliyi uyarmayan firmanın rakısı içilmez.
- Rakı meyhane adı altında, kayan bant tipi hizmet üreten mekanlarda içilmez.
- Rakı kuver, su, kahve parası yazan ve hesabı şişiren mekanlarda içilmez.
- Rakı müdavimi bulunmayan mekanda içilmez.
- Rakı mesleğine saygısı olmayan mekancının mekanında içilmez.
- Rakı kaçak işçi çalıştıran mekanda içilmez.
- Rakı kararının üzerinde içilmez, sarhoş olunmaz.