Bilmemkimhanım sanırım rolü gereği memelerini ve bacaklarını bilmemkimbeyin gözüne sokmakla meşguldü.
Grand Korçi
Vallahi özlemişim şu çilingiri ne yalan söyleyeyim. Araya yaz girdi ayrı kaldık ama geç olsun da güç olmasın demek lazım sanırım. Nasıl geçti bakalım bayramlar, tatiller falan. Herkes pozitif enerjisini depoladı mı?
Yok yahu benim ne işim olur tatil köyü konseptiyle. Bir kere yaptım o hatayı, entegre kartı yakıyordum az daha, devreler ne kelime. Temerküz kampında gibi hissettim kendimi. Sabah kahvaltısı için sıraya gir, öğle yemeğinde ‘fast food corner’ önünde asker ol, arada ‘Animatörler , animasyon ve turist adı verilen profilin kişilik yarılması bağlamında tatil köyü konsepti’ konulu tezsiz yüksek lisans yap. Derdi bitmez o işin.
Sorma hemşire, akşamları daha beter. ‘Sınırsız yerli içki’ görgüsüzlüğünde, Azteklerin halisünatif içkilerine benzer bir rakı eşliğinde, ‘moon light’ restoranlarda gözünü lazer ışıklarından korumaya çalış falan. Gerçekten bana göre değil o işler.
O zaman bir tek bende değil bu tatil köyü rakısı kaygısı. Demek siz de aynı tadı aldınız. Zaten bundan kaynaklı da olaylar olmuştu geçen yıllarda. Rus turistler zehirlendi, rezervasyon iptalleri oldu falan, hatırladınız mı?
Neyse bizim çilingir bu kaygılardan azade. Haydi o zaman meclisimizin yeni döneminin ilk oturumunu açalım bakalım.
Nasıl bekleyeceğiz? Tam vuslata ermişken neden bekleyeceğiz? Kimi bekleyeceğiz?
Ha tamam o zaman. Bir mebusumuzun misafiri gelecekse bekleriz elbet. Hem, gönül indirip minnak çilingirimize teşrif etmeyi isteyen insan beklenmez mi?
Metro var artık yahu o kadar sürmez gelmesi. Beklemek sorun değil de rakıları koymasaydık bari. Gereksiz irade antrenmanı yapacağız şimdi.
Yok yanlış anladın hemşire. Vallahi sitem yok. Misafir hepimizin misafiri, bekleyeceğiz elbet. Vakti zamanında sekiz saat yudum almadan kadeh başında beklemiş bünyeye on beş dakikanın lafı mı olur.
Vallahi sıkılmazsanız anlatırım elbet. Hem hafiften dilimizin pası gider hem de eski günleri yad etmiş oluruz.
Şimdi efendiler ve sevgili hemşireler belki bazılarınız biliyordur , üniversite yılları cep delik cepken delik geçti bu kardeşinizin. Bir yandan okuyup bir yandan da ne iş olsa yaparımcılıkla devirdik yılları. İstanbul’un en iyi simitleri hangi fırından çıkar, o yıllardan kalma yaşantı deneyimi bendeki.
On dakikaya biter elbet canım. Misafirimiz gelirse de yarım kalır ne olacak? Kesin gelecek ama değil mi?
Günlerden yine simit menüsüne talim edeceğimizin belli olduğu bir gün, kantinde otururken elime Günaydın gazetesi geçti. Günaydın o vakitler öğrencilerin ilanlarını beleş yayınlama gibi bir güzellik yaptığı için biz de sürekli ‘üniversiteliden fiz., kimya, mat.’ standart ilanını gönderip, müşteri bekliyorduk.
Fizik, matematik diye yazınca, beleş karakter sayısını aşıyordu da ondan, bilgin mebusum. Kimyaya torpil geçmemiz de anlaşılır bir gerekçe sanırım.
Neyse efendim diğer sayfada, ‘dizi ve filmlere yardımcı oyuncu aranıyor’ ilanını görünce büyük bir heyecanla gazeteyi katlayıp doğru Hacı’nın yanına seğirttim. Hacı da bencileyin bir kardeşiniz diyeyim size o kadar. Şimdilerin kankisi yani benim için. Kaytan bıyıklı, bıçkın bir Anadolu yiğidi ama kalbi sanırsın jöle. Fatih’in Çarşamba’sında elinde sazla yaşayan bir geç dönem solcusu. Hacı dedim iş buldum, ücret dolgunmuş hem de. Hacı yıldırım hızıyla atladı ve meseleyi kavramasıyla kendimizi telefon kulübesinde bulmamız, kuantlar arasında geçiş yapan spinler kadar vakti ya aldı ya almadı.
Yahu biliyorum bendeki de kılçık atmak ama şimdi kuantum meselesine girersek eksen kayar. Başka bir çilingire bırakalım o spin ve kuant bahsini. Hem Kadıköy mebusumuz varken kuantum anlatmak bana düşmez. Çok hızlı ‘ekşın’ aldık yani onu demek istiyorum.
Ertesi gün bizim için altın kıymetindeki ve yakalanmadan en az yirmi sefer kullanılmış ‘master’ biletimizle, öğrenci otobüsüne atladık ve Beyoğlu’na avdet eyledik.
Ne akbili? Tevellüt neydi senin hemşire?
Eh normal o zaman, o vakitler kalkmıştı bilet yakan o ilkel otobüsler.
Evet evet bildiğin yakıyorlardı biletleri. İlk durak,son durak arası yolculuk yapanların hepsi aşırı karbonmonoksit solumaktan mütevellit, zombi gibi bakarlardı etrafa. İşte biz de elimizdeki kağıt bileti, krematoryuma atarmış gibi yaparak, ücretsiz eğitim, ücretsiz ulaşım, ücretsiz sağlık hakkı savunumuzu kendimizce hayata geçirip, sisteme darbe vuruyorduk yani.
Yahu on dakika geçti biz hala hikayeye giriş yapamadık. Bu arada misafirimiz gelmek üzeredir herhalde.
Neyse efendim, biz gide gide Bekar sokağın ortalarında bir binanın ikinci katındaki figürasyon ve yardımcı oyuncular bişeysi yazan daireyi bulup, derdimizi anlattık. Sekreter hanım, bir saniyemizi rica edip, yüzelli santim ötedeki bilmemkimbeyi telefonla aradı. Bilmemkimbey toplantıdaymış ama bizi kabul edebilirmiş. Sekreter önde, biz arkada olduğumuz halde odaya giriş yaptık, bilmemkimbey masada, bilmemkimhanım koltukta koyu bir sohbetin içine düştük. Bilmemkimbey ‘gençler oturun sizi de ilgilendiriyor’ diyerek çakma deri ofis koltuklarına bizi gömdü tek bir el hareketiyle. Adamda tam bir kıdemli ‘yardımcı oyuncu’ tipi var, hani filmlerde sürekli dayak yiyenlerinden. Bilmemlkimhanım da tam bir evden kaçmış Hülya Avşar modeli çiziyor. Tek farkı memeleri biraz daha küçük ve daha beyaz tenliydi.
Yok özellikle dikkat etmemize gerek kalmadı, bilmemkimhanım sanırım rolü gereği memelerini ve bacaklarını bilmemkimbeyin gözüne sokmakla meşguldü. Bilmemkimbey de sürekli bu hareketlere övgüler düzüyor ve ‘aferin bilmemkimhanım yarın yönetmenin karşısında da böyle ol, hatta daha rahat ol’ deyip duruyordu. Bildiğin prova yapıyorlardı yani. Hacı’yla göz göze geldiğimde, bizi ilgilendiren kısmına dair çağrışımları kafamdan kovarak, durum kontrol altında manasında göz kırptım. Ama Hacı’nın bu göz kırpmasını yanlış anlayarak, bilmemkimhanıma , ‘aslında mayo izleriniz olmasa daha seksi olur’ diyecek kadar ileri gideceğini tahmin etmemiştim.
Hemşire şu telefona bak da sonra devam edelim.
Gecikecek miymiş? Neyse acelemiz yok, gelir herhalde makul bir saatte. Kesin geleceğim demiş nasılsa.
Ne diyordum? Ha. Bizim Hacı tribünden topa girince, bilmemkimbey bizi hatırlayıp, ‘gençler olayımız şu şekilde’ diyerek bize bir ‘birif’ geçti. Öncelikle içinde bulunduğumuz kurum saygın bir sektör bişeysiymiş. Bu sektör bişeysine iki adet vesikalık fotoğrafla üye olup, kayıtlı ‘yardımcı oyuncu’ oluyormuşuz. Figürasyon demeyi pek tercih etmiyorlarmış. Sonrasında bizim de isteğimiz ve vaktimize bağlı bir şekilde ‘yardımcı oyuncu’ kariyerimiz başlıyormuş. Ancak öncelikle üyelik için yirmi kağıt aidat vermeliymişiz. Sonrasında her çekim başına otuz kağıt alacakmışız.
Aynen güzel tezgah kurmuş bilmemkimbey. Biz biletimizi krematoryumdan kurtararak Beyoğlu’na kadar gelmişiz, meşhur Boğazkesen simidi yiyebilecek miyiz o bile belli değil, herifçioğlu bizden ayaküstü toplam kırk kağıt tokalayacak. Bir anda varoşluğumu hatırlayıp, ‘ulen senin dalağını alırım’ diye organ mafyası edasıyla lafa girecekken, Hacı’nın ‘ikimiz için toplam yirmi kağıt olmaz mı’ cümlesi hızımı kesti. Bilmemkimhanım da ‘lütfen çocuklara bir güzellik yapın, baksanıza düzgün tipler, hem belki ilerde birlikte oynarız ’ diye lafa girince bilmemkimbey ani bir kontrayla ‘takım elbiseniz var mı sizin? diye soruverdi. ’Öğrenciyiz abi biz, takım yok ama uydururuz bir şeyler’ yanıtımla organ mafyası kariyerimi başlamadan bitirdim.
Tamam ben sabunlamadan anlatırım ama kesin gelecek değil mi bu misafir?
O zaman devam. Şimdi sayın mebusan bu bilmemkimbey yirmi kağıt almaya razı oldu ama bizden epi topu on dört lira çıkınca, önümüzdeki işlerden mahsup ederiz diyerek bizi kasaya da borçlandırdı. İki vesikalığı anında bir kimliğe dönüştürüverdi gözümüzün önünde. Üstünde FİYAP yazan, altında isim soyisim ve ‘yardımcı oyuncu’ ünvanıyla fiyakalı bir kimlik hediyesi oldu bizim on dört liranın. Yarın dedi, sabah sekizde dedi, Mecidiköy’de dedi, çekim yapılacak mekanda olun dedi, bilmemkimbey. Ondört lira yatırmıştık ama ertesi gün altmış lira kazanacaktık. Kısa günün karı diyerek vurduk Boğazkesen’den aşağıya. Bilmemkimbeyden sakladığım bir buçuk lirayla iki simit, iki çayı da gömüp, okula döndük. Zemin çok kaypak geldiği için bizim çocuklara hiç bahsetmedik ortalıktan kaybolma sebebimizi. Ertesi gün sabah sekizde bize verilen adrese gittik ki ne görelim. Yarı bodrum bir pavyonun önünde ben diyeyim otuz siz deyin kırk ‘yardımcı oyuncu’ bekleşip duruyor. Buldukları bankta örgü ören teyzeler, bir kenarda çiğ yumurta içip ses açanlar, Yeşilçam filmlerinden aşina suratlar, ünlü olma hayaliyle köyünden kalkıp gelmiş ama kariyerini bulaşıkçılıkla devam ettirenler falan, tam bir curcuna. Hayatımda bu kadar sakil takım elbiseyi bir arada ilk defa görüyordum ki sakillik düzeyini yükseltenlerin başında da Hacı’yla biz geliyorduk. Lise ceketinin armasını söküp, pederin altmış model yavru ağzı kravatını, buruşuk bir saks mavisi gömleğin üstüne takmam durumu kurtarmışa benzemiyordu. Hacı desen benden beter. Kadınların durumu daha iç açıcı değildi tahmin edersiniz. Oradan buradan bulunmuş tayyör, döpiyes, dantelli, tüylü bir şeylerle ortalıkta dolaşan teyzeler. Ortam Fellini’nin sirk sahnelerini andırıyordu desem diyemem. Zira o vakitler Fellini izlememiştim hiç. Ancak fakirliği görebiliyordum. Bu da biraz içimi burkmuştu hatırladığım kadarıyla. Saat dokuz olduğunda ne gelen vardı ne giden. Saat ona doğru pavyonun kapısı açıldı da içeri girip üşümekten kurtulduk. Kesin atladıldık hissiyatının bünyeye yerleşmesi sonucu asabiyetle, şiddetli öfke arasında gidip gelirken adımı Ricardo koyan teyzeler beni sakinleştirdi. Neymiş efendim olurmuş böyle şeyler bu meslekte ama bilmemkimbey çoğunlukla verirmiş paralarını. Çekimin iptal edilmesi de işin cilvelerindenmiş. Neymiş efendim Yalan Rüzgarı’ndaki Ricardo’ya çok benziyormuşum, benim daha büyük rol kapmam uzun sürmezmiş.
Otobüs krematoryumunu bilmeyen kuşak Yalan Rüzgarı’nı da bilmez elbet sevgili hemşire. Bir dönemlerin ekran kilidi de o Brezilya dizisiydi. Gerçi şu sıralar oralarda Türk dizileri patlamış diyorlar. Nereden nereye. Bu arada hikayenin sonu yaklaşıyor sizin misafir halen yok ortalıkta. Gelir mi dersiniz?
Vallahi Vladimir’e döndüm haklısın ama bu saate kadar gelmesi gerekmez miydi?
Uzatmayayım saat 11’e doğru birileri daldı mekana kamera ve ışıklarla. Bu arkadaşlar kamera, ışık ayarı falan yaparken, masalar hızlıca dizildi, üzerlerine ordövr tabakları, pilakiler, zeytinyağlı sarmalar, karpuzlar falan serpme köy kahvaltısı stilinde yerleştirildi. Sıra geldi rakılara. İşte o an ‘allah razı olsun dedim bilmemkimbeyden.’ Paramızı alamasak da rakımızı içeriz en kötü’ diye düşünerek yayları gevşettim. Bizi de masalara dağıttılar ama serpme stilinde değil. Kadın erkek karşılıklı oturacak şekilde bir düzen kurdular. Bu esnada bize bilgi veren kimse yok ortalıkta. Hangi filmin ‘yardımcı oyuncusuyuz’, konu ne, başroller kimler falan hiç bir bilgimiz olmadan bekliyoruz öylece. Hacı’yla bizim karşımıza örgücü teyzeleri uygun gördü sayın set amiri. Teyzeler yine Ricardo’ya bağladılar sohbeti bana bakıp. Bir ara bana kızmaya bile başladılar ‘sen niye aldattın güzelim kızı’ falan diyerek ki gerisini siz düşünün. Yeterli sayıda kadın olmayışını sorun eden yönetmeni, üç beş erkek yardımcı oyuncunun başına peruk geçirerek sakinleştirdiklerinde, Ricardo olmaktan bir şikayetim kalmamıştı. Bu esnada yanar döner pavyon ışıkları falan ayarlanmaya devam ederken biz de masa başında oturmaya devam ediyoruz. Set amiri sürekli olarak masadaki yiyeceklere, rakılara dokunmayın diye esip gürlüyor yardımcı oyunculara. Saat öğleyi bulmuş, sabah yediğimiz Darphane simitlerin etkisini yitirmiş, önümüzde tam sürüm rakı masası ve biz dokunamıyoruz. Manzara-i umumi bu şekilde. Ancak her hal ve şerait içinde çıkış yolu arayan her insan evladı gibi ben de ufaktan önümdekileri tırtıklamaya başladım. Zeytinyağlı sarmanın iğrenç konserve tadını bastırmak için kadehi ağzıma götürmemle set amiri hazretlerinin ’Ricardo bırak o rakıyı yerine. Figürasyon rakısı içilmeyecek demedik mi?’ diye gürlemesi aşağı yukarı aynı ana denk geldi. Rakıyı yudumlayamadığıma mı yanayım tescilli Ricardo’luğuma mı bilemeden, ‘yardımcı oyuncu diyeceksin uleyn’ diyerek içime sövdüm kelimeleri.
Şarjı mı bitmek üzereymiş? Böyle bir misafir var mı gerçekten şüphelenmeye başladım. Adresi verseydiniz bari. Ensaar ! sen buzları hazır et kardeşim, biraz dahabeklersek duş alınır rakılarla.
Neyse efendim. Bizim çekimin beşinci sınıf bir video filmi olduğu, biraz para yapmış bir Almancı’yı söğüşleyen bilmemkimbey türevi yapımcıların organize ettiği bir ‘miş’ gibi harekatı olduğu ortaya çıktı nihayet. Bilmemkimhanım türevi bir üvertür şarkı söylerken, eşeğe ters binmiş bir Memo’nun podyuma girmesi kadar bir sahne çekildiğini idrak ettik. Yalnız eşeğin gerçek eşek olacağını ve Memo’nun bir türlü ters oturamayacağını kimse tahmin etmemişti sanırım. Akşam saat sekiz olduğunda düzgün birkaç plan almayı başardılar ama o saate kadar yaklaşık otuz kere ‘haydi şerefe’ deyip kadehleri tokuşturup o rakıyı içememek var ya, işte o bana çok koyduydu. Eller havaya kısmını hiç saymıyorum bile.
Yok canım biz nereden izleyeceğiz o filmi. Muhtemelen piyasaya bile çıkmamıştır.
Hatırlamaz mıyım. ‘Aşağı köyün Memosu’ydu filmin adı.
Lütfen gelmeyecek demeyin, bence gelecek…