Üzüm bereketli meyvedir. Sıkarsın pekmez olur, sirke olur, şarap olur. Kurutursun yemiş olur, rakı olur. İçersin dünya güzel olur ama bu gerçekleri görmeden çekersen bir story’si olur mu emin değilim.
Grand Korçi
Eylül bağ bozumudur. Tüm yıl bebek gibi bakılan üzümleri tam zamanında dalından almak için çırpınanların hikayesini barındırır. Nuh’un gemisine alınmış tek nebatat olarak üzümün hükmü sürer ay boyunca. Bu hikaye pastoral bir fon eşliğinde sunulursa şaraba da kapı aralar, aşka da, bağ bozumu turuna katılarak story paylaşmaya da. Etkileyicidir. Tek kalemde onlarca romantik komedi filmi sayabilirsiniz bağ bozumu fonunda geçen. Üstelik mitoloji de buna elverişli bir zemin sunar. Dionisos’la Baküs, eylülde pek bir inerler bağ yamaçlarına. Üzümler ezilir, sepetler doldurulur, sergiler serilir, kadehler kalkar. Giderek büyüyen içki gastronomisi meraklıları için üzüm ve bağ bozumu kavramlarının ilk anda yarattığı algı böyle özetlenebilir ve açıkçası keyiflidir. Keşke her şey story’lerdeki gibi yaşansa, üzümler ezilirken herkes gülebilse.
Sanırım postmodern dönemin en önemli başarısı eklektik bir zemin oluşturarak öznesiz olgular yaratabilmesinde. Artık mimariden sanata, bilimden siyasete hemen her alanda bu eklektik zeminde yürüyoruz yolları. Zemin kaplaması görevini de post-truth (gerçeklik ötesi) denilen kavram oluşturuyor. Bağlar bir turistik faaliyet olarak story’lerde bozulurken, memleket üzümünü kaybediyor. Bu üreticisini kaybediyor demek aynı zamanda. Tıpkı pancarda, tütünde, buğdayda ve onlarca üründe olduğu gibi.
Türkiye üzüm üretiminin çoğunu sofralık ve kurutmalık üzüm oluşturuyor. 2020 yılında gerçekleşen yaklaşık 4,2 milyon ton üzüm üretiminin 2,2 milyon tonu sofralık, 1,5 milyon tonu kurutmalık, 456 bin tonu ise şaraplık üzümden oluşmuş. Kuru üzümdeki üretim oranı dünya üretiminin yüzde yirmisine denk geliyor. Dünya kuru üzüm ihracatının da yüzde otuz ikisini karşılıyor. İhracat geliri de milyar dolarak yaklaşacak gibi duruyor. Kuru üzüm üretiminde Manisa yüzde doksanlık dilimle ilk sırada ter alıyor. Toplamda 4,2 milyon dekar alanda üzüm üretiliyor. Rakamların soğuk diliyle konuştuğumuzda tablo böyle. Biraz daha yakından baktığımızda ise farklı bir tablo görmek mümkün.
Bu sene Elazığlı üreticiler ki şaraplık üretimin yoğun olduğu bir bölgedir, tüccarlara ve şarap fabrikalarına üzüm satmayacaklarını söyleyerek gündem oldular. Küçük ölçekli üretici üzümde de mutsuz. Yıllardır seslerini duyurmaya çalışıyorlar. 2018 yılında TBMM’de bağcılık sektörü ve üzüm üreticilerinin sorunlarını araştırmak ve alınacak tedbirleri tespit etmek amacıyla bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun ziraat ve ticaret odaları, büyük üreticiler, toptancılar vb. kesimlerle görüşerek hazırladığı rapora karşı küçük üreticiler veryansın ettiler. Komisyonun CHP’li üyeleri de itirazlarını sıralamışlardı vakti zamanında.
Mesela en çok ihracatın yapıldığı bölge olan Manisa’da artarda kurulan jeotermal enerji santrallerinin (JES) yarattığı tahribata dikkat çekiyorlar. Memlekette planlı ekonomi ve kalkınma rafa kaldırıldığı ve dahi akıl bu toprakları terk ettiği için seslerini duyan yok. Tam bir bindiğin dalı kesme hikayesi olan JES ve üzüm bağlarının bağdaşmadığını, bağları asıl bozanın JES’ler olduğunu herkes anlamış olsa da kimse görmek, duymak istemiyor.
Tüccarın ve endüstrinin eline mahkum edilmiş küçük üreticinin derdine derman olabilecek TARİŞ gibi bir yapılanma bozuk para gibi harcanıyor, tedavülden kaldırılmaya çalışılıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi çiftçiyi desteklemek adına alım yaptığını söyleyerek, elindeki üzümleri fiyatını katlayarak TARİŞ’e devrediyor. TARİŞ’in bölgesel kapasitelerini de doldurarak çiftçiyi yine tüccarın eline bırakırken, kendi kasalarını şişiriyor.
Artan girdi maliyetleri, tarım kimyasallarına mahkumiyet, iklim değişikliği, sigortaların dar kapsamı, krediler sonucu girilen borç batağı gibi artık kronik olmuş sorunları çözmek için tüm tarafları içeren, kısa, orta, uzun vade hedefleri belirleyen ulusal bir politika olmamasının sonuçlarını hep beraber yaşayacağız. Sadece üzüm de değil sofralarımıza giren hemen her ürün için geçerli bu. Pandemi ve yanı başımızdaki savaşlar nedeniyle gıda egemenliğinin önemi hiç bu kadar yalın hissedilmemişti ve maalesef bu daha başlangıç. Suriye ve Rusya’ya malum sebeplerden üzüm satamayınca panikle düşünülen çözümler derde derman olmuyor. Savaşmamayı düşünmekse şimdilik masada yok.
Şaraplık üzüm dikim alanları küçük üretici nezdinde artamıyor. Küçük üreticinin kendi ürettiği üzümlerden ticari şarap yapmasının önünü mevzuatla tıkıyorlar. Osmanlının bir dönem Avrupa’ya küçük üreticilerinin şaraplarını içirdiğini de bilmiyor kimsecikler. Tüm zorluklarına rağmen butik şarapçılık sevindirici şekilde gelişiyor ancak gerçek gelişme küçük üreticinin kendi üzümlerinden yaptığı şarabı satmasının önündeki taşlar kalktığında yaşanacak.
Üzüm Üreticileri Sendikası ÜZÜM-SEN düzenlediği yerel toplantı ve gıda egemenliği forumlarında yıllarca bu konuları ele aldı. Meclis araştırma raporuna katkı sağlayacak veriler üretti ve çözüm yollarına ışık tuttu. Kulak kabartmak isteyenler için orada duruyor.
Üzüm bereketli meyvedir. Sıkarsın pekmez olur, sirke olur, şarap olur. Kurutursun yemiş olur, rakı olur. İçersin dünya güzel olur ama bu gerçekleri görmeden çekersen bir story’si olur mu emin değilim.
Not: Bu yazı ilk olarak 25.09.2022 tarihinde Gazete Duvar’da yayınlanmıştır.