Koçu, barbanın (meyhane sahibi) bayramın ilk günü hatırlı müdavimlerinin evlerine birer büyük kayık tabak içinde midye dolması gönderdiğini naklediyor bizlere. Bu dolmanın adı da “unutma bizi dolmasıymış.’’ Meyhanenin açıldığını belirten bir davetiye işlevi görürmüş. Keşke kaybolmasaymış bu adet.
Grand Korçi
Ahvalimiz, meşhur şarkının “baharı görmeden yaz geldi geçti’’ dizesindekine dönecek sanırım bu gidişle. Korona salgını nedeniyle sokaklardan çekildiğimiz günlerde mevsim kıştı, bazılarımızın çalışmak zorunda kaldığı bahar günlerini göremiyoruz doğru dürüst. Yaz nelere gebe yaşayarak öğreneceğiz.
İnsan dirençli ve sosyal bir varlık, hemen her duruma ayak uydurabiliyor. Savaşlar, göçler, deprem gibi doğal afetler sonrası durumu normalleştirip, o anın gerçekliğine uygun sosyalleşme pratiklerini hızlıca yaratabiliyor toplumlar. Çarşı, pazar, eğlence, düğün, cenaze, iş güç vesaire o anın koşullarına uydurularak sürdürülüyor. Korona salgınındaki sosyalliğimize de ‘‘online yaşantılar’’ damgasını vuracak gibi. Milyonların içinden birer birer canlı yayın araçları çıkıyor “prime time’da’’. Herkesin anlatacak, gösterecek bir şeyleri, söyleyecek şarkıları varmış da korona virüsünü bekliyormuş gibi bir hava hakim. Eleştirmek için söylemiyorum sadece bir tespit olsun diye yazıyorum. Çok keyif aldığım canlı yayınlar da dinliyorum yoksa. Ramazanın gelmesiyle azalmıştır mutlaka ama “online çilingir ya da sanal meyhane’’ kavramı da hayatlarımıza girdi. Pek çok insan ekran başında demlenerek hasret giderdi sevdikleriyle. Haliyle benim gibi alkolün kültürü, gastronomisi, üretimi ve politikası konusuna ilgi duyanlar için merakla gözlendi ve hâlâ gözleniyor bu süreç.
Korona sürecinde alkollü içki sektörünün satış rakamları da bu mercekten izlenecek bir konu bencileyin. Bu rakamlar bize alkolün hayatımızdaki yeri, tüketim alışkanlıklarımız ve tüketimin türü konularında ciddi bilgiler verecek. Mart ortası ve nisan ortası, hatta son haftasına denk gelen satış rakamları, bu analizi yapmak için son derece ideal. Zira hemen ardından gelen ramazanın etkisini de mayıs ayı sonuna doğru okumak mümkün olacak. Yani bu konuda araştırma yapan firmaların mayıs, haziran aylarındaki raporları sadece içki sektöründe değil, sosyolojik açıdan da ilgiye mazhar olmalı kanımca.
Alkollü içki sektörünün satışlarının çoğunu gerçekleştirdiği açık tüketim noktaları yani meyhaneler, restoranlar, barlar vb.’nin kapanması; keza kapalı tüketim noktaları olan tekel bayii, marketler vs.’nin açık olması, satış rakamlarının analizini kolaylaştıracak. Bu analizi kolaylaştıracak bir başka unsur da gümrüklü alanlardaki satış mağazalarının ve Kıbrıs’tan gelen satışların da sıfırlanmış olması. Konuya ilgi duyanlar açısından bu, tarihi bir zaman dilimi bence. Hemen ardından ramazanın gelmesiyle yapılacak olan analizin katmanları derinleşecek gibi duruyor.
Zira bir toplumun kültürü dediğimiz şey yediği, içtiği, yazdığı, söylediği, çığırdığı, inşa ettiği şeylere bağlı olarak oluşuyor. Bu topraklarda bin yıllardır alkollü içki tüketiliyor. Osmanlı zamanında da tüketildi. Hatta en liberal ve kendisi de alkol kullanan padişahlar zamanında yasaklanırken, en muhafazakar padişahlar zamanında serbestçe tüketilebildi. Bu durum çoğunlukla beşeri hayatın dinamiklerine bağlı olarak böyle gelişti elbet. Öte yandan Batı’nın akolizmden kırıldığı 17’nci ve 18’inci yüzyıldan beri bu coğrafyada alkolizm hiçbir dönem başat sorun olmadı. Alkol çoğunlukla sosyalleşmenin bir aracısı olarak işlev gördü ve evlerden ziyade “dışarıda” daha çok tüketildi.
Geçenlerde ülkenin en büyük içki firmasının yöneticisi, toplam satışlarının yüzde kırk mertebesinde düştüğünü söyledi, verdiği bir röportajda. Buna gerekçe olarak da açık içki satış noktalarının kapanmasını gösterdi. Sadece bu beyan üzerinden dahi alkolle, eskilerin deyimiyle içtimaî hayat ya da cemiyet hayatı arasındaki bağı kurmak mümkün. Aynı günlerde bir BBC haberinde, korona döneminde ABD’de alkol tüketiminin yüzde 55 arttığı yer aldı. Bu verinin altı kıyas açısından kalın çizgilerle çizilebilir. Bilinen bir durumdur; Türkiye’de kişi başı alkol tüketim oranı pek çok ülkeye nazaran düşüktür ve tüketimin çoğu sosyal ortamlarda gerçekleşir. Alkol kaynaklı suç oranı da görece düşüktür. Yani bu topraklarda yüzyıllardır bir adap gelişmiş durumda. İslamiyet’in, henüz tam manasıyla çözülmemiş toplumsal yapının, buna karşıt olarak tamamlanmamış bireyleşme sürecinin, yüzyıllara dayalı görgünün ve Şark’ın ruhu olan insan temasının etkileri var bunda. Hangisi ne kadar var onu kestirmek benim işim değil neyse ki.
Öte yandan bu kadim adap dahi, ülke vasatında pek makbul karşılanmıyor günümüzde. Bu vasata göre, başımıza gelen pek çok kötülüğün müsebbibi, vasatın dışında bir kültür yaratmaya çalışanlar. Camilerden yayınlanan yüksek sesli selâlardan rahatsız olanlara, pamuk yerine rakı şişesi tıkayacağını söyleyen imam, korona belasının eşcinsellerden kaynaklandığını söyleyen en üst amirinden alıyor bu cesareti. En üst amir de vasata hakim olan zihin dünyasından ve erkten elbette. Bu zihin dünyasının yerelden çıkıp, evrensele katkı koyacak bir üretimi olmadığı, olmasının da çok zor olduğu için farklılıklar öcü gibi gösteriliyor. Cadı avıyla sonuçlanacak tehlikeli sulara giriliyor. Bu zihniyetin klasik refleksi de tanıdık aslen; “Ne yaparsanız yapın ama evinizde yapın.” Eşcinselseniz evinizde yaşayın duygularınızı, içkiciyseniz evinizde için ama balkona çıkmayın. Kadınsanız gece sokağa çıkmayına kadar uzuyor mevzu. Bu da Şark ruhunun başka bir yüzü. Bunların Osmanlı’da dönem olarak bir karşılığı vardı ve anlaşılabilirdi belki ancak iki binlerde bu yol özellikle büyük şehirlerde pek çıkar bir yol gibi durmuyor. Olsa olsa toplumu kesen fay hatlarındaki enerjinin birikmesine yol açıyor, karşılıklı. Zira söz konusu olan artık bir tüketim tercihi değil, yaşam hakkının savunusuna doğru evriliyor. İçki olmadığı kadar politikleşiyor. Buradan bir politika çıkarılacaksa o yüzden iki aylık satış rakamları son derece anlam kazanıyor.
Meyhaneler, pub’lar, restoranlar sadece içki satılan dört duvarlar değildir. Hiçbir zaman da olmadılar. Yaşamın yeniden üretildiği ve paylaşıldığı, hayatın yüklerinin hafifletildiği; müzikle, sözle, yarenlikle harmanlanan yaşantı meydanlarıdır. Dertlerin ekseriyetle unutulduğu, anlaşılmanın esrikliğine teslim olduğumuz, dostun omzuna yaslanıp, sevgilinin gözlerinde hülyaya daldığımız başka bir dünyanın kapılarıdır buralar. Buralarda içki, meselenin kendisi değildir. Dolayısıyla politikleşmesinin de gereği yoktur. Memleket falan kurtarılır o masalarda ama aslolan duygusal boyutuyla hayatın kendisidir. (O hayatın bizatihi müdavimler tarafından korunması, savunulması ise başka bir hatta tekabül eder ve elzemdir.) İşte pek çok şey gibi o hayat yok bir süredir tercih edenler açısından. Korona tedbirlerinin ardından ramazanın eklemlenmesiyle bir süre daha olmayacak. Pek çok insan, karantina bitip sokaklara çıkmaya başlayacağımız güne dair özlemlerini dillendirirken, “İlk işim dostlarla bir çilingir sofrası kurmak olacak’’ diyor. İçki içeceğim demiyor. Bir özlemi dindirmenin aracısı olarak meyhaneyi görüyor.
Aslında bu eskiden beri böyle. Reşat Ekrem Koçu’nun “Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri’’ kitabında bahsettiği bir adet, adabı oluşturan bir davranışı çok güzel özetliyor. Osmanlı’da meyhaneler gayrimüslümler tarafından işletilebilirdi. Müslümanların bu işi yapması yasak ve işin uzmanı da Rumlardı. Ramazan geldiği vakit tüm meyhaneler kapatılır, varsa dükkanların tadilat işleri yapılır, ramazan sonrasına hazırlık yapılırdı. Koçu, barbanın (meyhane sahibi) bayramın ilk günü hatırlı müdavimlerinin evlerine birer büyük kayık tabak içinde midye dolması gönderdiğini naklediyor bizlere. Bu dolmanın adı da “unutma bizi dolmasıymış.’’ Meyhanenin açıldığını belirten bir davetiye işlevi görürmüş. Keşke kaybolmasaymış bu adet.
İçki firmalarının bazıları bu dönemde fena bir sınav vermedi. Esnafın borçlarını ötelemek, ellerindeki stokları geri almak, etil alkol tesislerinde kolonyacılara alkol üretmek gibi sektör içi dayanışma gösterdiler. Bazı mekanlar olması gerektiği gibi, çalışanlarının maaşlarını ödemeye devam ettiler. Bunlar zor dönemde derkenar edilecek hareketlerdi. O vakit derkenar edilecek başka bir güzellik için buradan içki firmalarına ve mekan sahiplerine açık çağrı yapıyorum; bu sürecin sonunda (ki her halükarda bayram sonrasına denk gelecek şekilde) müdavimlerine, “unutma bizi dolması” yerine geçecek bir büyük sofra kursalar, rengarenk bir yeryüzü sofrasından sağlığa, esenliğe ve elbette şerefe diyerek çıksak bu karabasandan.